Adı henüz belli olmayan kahramanların merkezde yer aldığı bu tiyatro oyunu, izleyicilere farklı bir deneyim sunuyor. %u015Eehirdeki Çiçek Pasajı’nda şoföründen meyhane çalışanına kadar çeşitli karakterlerin rastgele bir araya gelerek yaşadıkları, hafıza ve kimlik temalarını işler. Bu gece, kayıplarını yeniden yapılandıran, kendi hikâyelerinin peşine düşen üç farklı karakter üzerinden ilerliyor: biri kadın, biri adam, diğeri ise bulaşıkçı kız. Bu kişiler, kendi iç dünyalarında ve bellekte saklı kalan izleri gün yüzüne çıkarmak için bir yolculuğa çıkıyorlar. Bu süreç, onların kimliklerini ve geçmişle ilişkilerini sorgulamalarıyla şekilleniyor.
Projeye dahil oluşumun hikâyesi ise, önceki tecrübeler ve çalışmalar aracılığıyla şekillendi. Kumbaracı50 ekibi ve yönetmen Yiğit Sertdemir ile olan bağlar sayesinde, 2015’teki ‘Soytarım Lear’ oyununda birlikte çalışmış olan Sezin Akbaşoğulları, şimdi de bu projede yer almanın heyecanını yaşıyor. Oyun, özellikle karakterlerin isimlendirilmemesiyle dikkat çekiyor; yalnızca ‘kadın’ olarak tanımlanan rol, insanların kendi kimliklerini, isimlerini ve içsel dünyalarını sıradan kabul edilen toplum normlarının ötesine taşıyor. Bu durum, modern yaşamda bireylerin toplum ve kimlik arasındakigülmeçte kayboluşunu simgeliyor.
Hikâyenin merkezinde, İstanbul’un çeşitli dönemlerine açılan kapılar ve Maryam Şahinyan’ın zengin arşivinden ilham alan detaylar yer alıyor. Maryam Şahinyan’dan esinlenilen bu oyun, geçmiş ve gelecek arasındaki bağlantıyı mekânlar ve kişisel anlatılar aracılığıyla kuruyor. Hikâye, kimlik arayışındaki karakterlerin yaşamında sıkça rastlanan, hafıza ve mekânın iç içe geçtiği bir yapıya sahip. Geçmişin gölgelerinde kalan ve kendi kimliğini bulma yolculuğuna çıkan bu karakterler, izleyicilere unutulmuş ya da kaybedilmiş olanların yerine yeni anlamlar kazandırma fırsatı sunuyor.
Kimlik, Hafıza ve Mekân Üzerine Derin Bir Düşünce
Projeye katılım süreci, Kumbaracı50 ve yönetmen Yiğit Sertdemir ile kurulan iletişim sayesinde gerçekleşti. Akbaşoğulları, daha önce de tiyatro sahnesinde farklı karakterlerle deneyim kazanmış olmakla birlikte, burada da kişisel ve toplumsal kimliğe dair sorularla yüzleşmek zorunda kalıyor. Oyun içindeki karakterlerin isimlerinin olmaması, insanların toplumda ve kendilerinde var olan isimsizlik ve belirsizlik duygusuna vurgu yapıyor. Bu, bireyin kimliğine dair olumsuz veya güçlüklerle dolu bir gerçekliği temsil ediyor. Ayrıca, akıllarda kalan şeyler ve anılar üzerinden yapılan sahne anlatımlarında, kendi iç dünyasına yönelip, kimlik ve hafıza sorgulaması yapılması stratejisi öne çıkıyor.
Geçmişe duyulan ilişkin de, anlatıya derinlik kazandırıyor. Akbaşoğulları, kişisel olarak geçmişte çok fazla yer almadığını, daha çok geleceğe odaklandığını belirtiyor. Ona göre, insanlık doğası gereği bölünmüş, zorbalar gibi gaddarca davranışlar sergiliyor. Bu nedenle, gelecekte durumların daha farklı olmasını umut ediyor. Şimdiki zamanda ise, kendi içsel yolculuğunu ve anneyle ilişkisini sağlıklı bir hale getirmeye çalışan kadın, Çiçek Pasajı’ndaki meyhanede bu kaçınılmaz hesaplaşmayı gerçekleştiriyor. Annesinin neden sürekli öfke dolu olduğunu anlamaya çalışırken, geçmişte sevgi görmediği ve çatışmalar yaşadığı bir gerçeklik ortaya çıkıyor.
İzleyiciler açısından önemli olan, oyuncuların ve kadınların toplum içindeki mücadeleleri. Akbaşoğulları, kadınların kendi içlerinde ve dış dünyada yaşadıkları, her alanda var oldukları varoluş mücadelesini ortaya koyuyor. Kadınlar genellikle fiziksel görünümleriyle ve toplumun onlara yüklediği rollerle mücadele ederken, bu mücadeleler çoğu zaman gizli ve sessiz kalıyor. Toplumsal zorbalık ve taciz ise, özellikle yeni nesil kadınlar tarafından daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanıyor; bu, değişim ve dönüştürme sürecinin önemli bir parçası. Akbaşoğulları, kariyeri ve sahne yaşamındaki deneyimlerine dayanarak, genç oyuncuların ve kadınların toplumsal zorluklara karşı seslerini yükseltmelerinin kıymetli olduğunu vurguluyor.
Sahne dışı yaşamına dair kişisel bir yansıma da yapan Akbaşoğulları, gizlilik ve utangaçlık durumlarından bahsediyor. Televizyon ve medyaya pek açık olmamayı tercih ediyor çünkü oyuncunun, sahnede gerçek anlamda samimi olabilmesi için, seyircinin oyuncunun kim olduğundan çok, karakterin iç dünyasına odaklanması gerektiğine inanıyor. Günümüzde ise, sosyal medyanın ve iletişimin yeni imkânlarının, oyuncuların kimliklerini daha görünür kıldığını belirtiyor. Kendi hayatını ve derdini anlatmak yerine, başkalarının hikâyelerine kulak vermeyi seviyor, bu da onun sahne ve yaşam arasındaki dengeyi kurmasını sağlıyor.