Pelin Esmer ile ‘O da Bir Şey mi?’ Filminin Derinlemesine İncelemesi

O insan hikâyelerine tutkun bir yönetmen. Kocaman, şaşaalı öykülerin peşinde değil. Onun kahramanları tanıdık; sanki komşumuz, okul arkadaşımız... Pelin Esmer kendi halinde yaşayan, düşen-kalkan insanların hayat mücadelesini alıp, merakıyla büyütüp, ince ince işleyip önümüze koyuyor. İzleyeni sorularla baş başa bırakıyor. Son filmi ‘O da Bir Şey mi’ de böyle bir film. Pelin Esmer’le 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nden tam sekiz ödülle dönen, bol karakterli filmini konuştuk.

Pelin Esmer'in yönetmenliğini üstlendiği ‘O da Bir Şey mi?’ filmi, Adana Altın Koza Film Festivali’nde toplamda 8 ödül kazanarak büyük bir başarı yakaladı. 17 Ekim’de vizyona giren yapım, İstanbul’dan Levent ve Söke’de yaşayan Aliye’nin hikâyesine odaklanıyor. Film, farklı karakterlerin öykülerini iç içe geçirerek izleyicilere geniş bir anlatı sunuyor. Söke’nin görüntüleriyle zenginleşen film, birkaç sahne ve diyalog aracılığıyla karakterlerin iç dünyasına dair ipuçları veriyor. Pelin Esmer’in de belirttiği gibi, karakterlerin ve hikâyelerin her biri kendi başına bir film olabilecek potansiyele sahip. Bu nedenle, mekânlardan Efes Palas Oteli bile filmin ana kahramanlarından biri gibi hissediliyor.

Vurgu yapılan başka bir nokta ise, Hürriyet Cumartesi’de çıkan ve sinema yazarı Uğur Vardan tarafından kaleme alınan değerlendirme yazısı. Yazı, filmin zekice kurgulanmış senaryosu, taşra ve şehir yaşamındaki yalnızlık temalarını başarıyla işlemesi ve Pelin Esmer’in en olgun eserlerinden biri olduğunu vurguluyor. Bu övgü dolu sözler, usta ismin kararlılığını ve başarılarını bir kez daha pekiştiriyor.

Filmi Anlatırken Yönetmenin Perspektifi

◊ ‘O da Bir Şey mi’ Adana’da ödülleri silip süpürdü... Bunu bekliyor muydunuz?
Beklemiyordum açıkçası. En güzel yanı ise, üç farklı jüri tarafından—başkan jürisi, sinema yazarları ve yönetmenler birliği—aynı anda ödül kazanmak. Bu durum, filmin farklı seyirci kitlelerine ulaşabildiğinin ve onların duygularına dokunabildiğinin göstergesi oldu.




◊ ‘Nasıl bir film yaptınız, anlatır mısınız?’
Aslında bu film, hikâye anlatmanın kendisi üzerine kurulu. Yeryüzünde temel olarak birkaç hikâye var ve hepimiz bu hikâyeleri kendi duygularımız ve deneyimlerimizle yaşayıp anlatıyoruz. Bu süreçte, hikâyelerin anlatana ve dinleyene yaptığı etkileri sorguluyoruz. Seyirciyi, kasabalı Aliye ve İstanbul’dan Levent’in alışılmadık ilişkisi boyunca çeşitli soruların izinde ilerlemeye davet ediyorum.

Filmin Karakterleri ve Çok Katmanlı Hikâyesi

◊ ‘Levent ve Aliye’nin hikâyesine odaklanıyor. Yönetmen olarak sizin bu karakterler arasındaki ortaklığı nasıl tanımlarsınız?
Yaşananlardan çok, hisler ve duygular üzerinden ortaklık kurduğumuzu düşünüyorum. Diğer filmlerimde de olduğu gibi, bu filmde de yüzeysel olmayan, derin bağlar kurmayı seviyorum. Yönetmen olarak, Levent’in ve Aliye’nin iç dünyalarını anlamaya çalışırken, onların ilişkisi üzerinde duruyorum.




◊ ‘Filmin içinde bulunmayan birçok karakter ve düzenek var. Bu yan karakterler filmde neden bu kadar önemli?
Çünkü, hikâyeler genellikle insanların, onların anlatma şeklinin ve ortaya çıkan etkilerin toplamı. Bu kadar çok karakter yaratmamın nedeni, hikâyeleri anlatan ve dinleyenler arasındaki karmaşık ağı kurabilmek. Her biri, hikâyeye ayrı bir renk ve derinlik katıyor; bunlar olmadan anlatı eksik kalırdı.

Oyuncu Seçimi ve Mekânın Önemi

◊ Aliye karakteri için tanınan oyunculardan farklı isimler tercih ettiniz. Merve Asya Özgür’ü seçmenizin nedeni nedir?
Aliye rolü için genellikle tanınmış isimler yerine, görünmeyen, gizemli ve özgün yüzler aradım. Söke’de yaşayan ve kendini belli etmeyen bir karakterin yüzü olması açısından, Merve’nin düşük profilli ama içtenliğiyle ön plana çıkan karakteri bana en uygun adaydı. Uzun görüşmeler, deneme çekimleri ve detaylı çalışmalar sonucunda, onun yüz ifadesi ve enerjisinin, hikâyedeki Aliye’ye en yakın olduğunu gördüm.




◊ Bu mekân seçiminizde Söke’nin sizin için önemi nedir?
Söke’yi seçmemdeki temel neden, Efes Palas Oteli ve çevresinin ruhu. Bu mekân, 1954’te inşa edilmiş ve yıllarca kullanılmak üzere tasarlanmış özel bir yapı. Çalışmalar sırasında, bu otelin Aliye’nin dünyasına zemin hazırlayacağına karar verdim. Kasaba atmosferi ve mimarisi, karakterin hikayesine uygun bir arka plan sundu.

Sosyolojik Temalar ve Toplumsal Mesajlar

◊ Karakterler üzerinden toplumsal meseleleri ve aile yapısını yansıttınız. Bu temalara nasıl yaklaşıyorsunuz?
Her zaman hikâyenin merkezinde insan ve onun yaşadığı ortam var. Meseleleri karakterler aracılığıyla ele alıyorum çünkü onlar, yaşadıkları çevrenin ve toplumun ürünleri. Özellikle baba ve anne figürleriyle ilgili meseleler, sadece bireysel değil, kolektif deneyimlerimizi de yansıtıyor. Babalık ve annelik meselesi, tarih boyunca insanlıkla iç içe geçmiş ve toplumların temel dinamikleri arasında yer almıştır.

◊ Toplumsal ve bireysel vicdanlar arasındaki bağlantıya dikkat çekiyorsunuz. Neden böyle bir yaklaşım tercih ediyorsunuz?
İzleyicinin, filmlerimde bulunan önceden hazır cevaplardan çok, sorularla ve düşünceyle çıkmasını istiyorum. Sinema, kişisel bir anlatım ve sorgulama biçimidir; izleyiciyi kendi iç dünyasıyla buluşturmayı tercih ediyorum. Bu sayede, film sonrası kendilerini ve dünyayı yeniden sorgulama imkânı buluyorlar.




Aşk ve Filmler Hakkında Düşünceler

◊ ‘Levent’in ‘Aşk filmi çekmiyorsunuz’ sözüne cevabınız nedir?
Gerçek şu ki, aşk filmi yapma fikri aklımda var. Ama eğer yaparsam, ölümcül karmaşık ve çeşitli duyguları içeren bir atmosferde gerçekleşebilir. O zaman, duyguların çok katmanlı ve farklı renklerde olduğu bir film olurdu.

İlgi Alanlarınız ve Kişisel Hayatınıza Dair

◊ İstanbul doğumlusunuz ve Boğaziçi Üniversitesi mezunusunuz. Kişisel hayatınız hakkında neler söylemek istersiniz? Nerelisiniz, nasıl bir ailede büyüdünüz?
İstanbul’da doğup büyüdüm. Elektrik mühendisi bir baba ve eğitimci annemin ikinci çocuğuyum. Günlerim genellikle yoğun çalışma, sevgi dolu zamanlar, kitap okuma ve yürüyüşlerle geçiyor. Aile ortamım, sosyoloji ve sinemaya olan ilgimi şekillendiren temel kaynaktır.

◊ Sosyoloji eğitiminden sonra sinema sektörüne nasıl adım attınız?
Çocukluktan beri sinema ilgim zamanla profesyonel bir yol izledi. Üniversitede sosyoloji okurken, Jeanne Finley’in belgeseli ‘Kadın ve İslam’ çalışmasına yardımcı olmamla ilk deneyimim başladı. O dönem, dijital kameraların henüz yaygınlaşmadığı zamanlardı, yaparak öğrenmenin avantajını gördüm. Bu deneyim bana sinema sektörüne giriş yolunu açtı ve kısa sürede kendi filmlerimi yönetip yapmaya başladım. Sosyoloji eğitimi ise, insan ve toplum konusundaki sorularımı derinleştirerek alışkanlıklar ve davranışlar hakkında düşünmeme neden oldu ve bu alandaki ilgimi pekiştirdi.

Babalık ve Anneliğin Toplumsal Boyutları

◊ Babalık ve anne-çocuk ilişkisi filmde öne çıkan temalar. Bu konulara nasıl yaklaşıyorsunuz?
Babalık, tarih boyunca her toplumda önemli bir mesele olmuştur. Erkeklerin duygularını ifade etmesi zorlaşmış bir kültürde, erkelerin ve babalık rollerinin anlamı derin ve karmaşıktır. Öncelikle insani ve evrensel bir görev olarak babalık, daha sonra da toplumsal bir bilinç ve sorumluluk meselesidir. Anne konusunda ise, çocuk ve anne arasındaki bağ, yaşamın başlangıcı ve bireyselliğin oluşumu açısından temel bir dinamiği temsil eder. Çünkü, ana ile kurulan ilişki, kişinin iç dünyasında derin etkiler bırakır.

◊ İnsanların toplumda ve günlük hayatlarında karşılaştığı zorluklar, filmdeki karakterlerin durumuyla paralel mi?
Evet, çünkü karakterlerim onların iç dünyası ve dış koşullarla şekillenmiş gerçekliklerdir. Toplumsal baskılar, gelenekler ve bireysel hikâyeler arasındaki gerilim, filmdeki temel motivasyonu oluşturur. Büyüdüğümüz ortamların ve kültürel kodların, karakterlerin kararlarını ve yaşamlarını yönlendirdiği bir gerçeklikte yaşıyoruz ve bu, hikâyelerimize derinlik katar.

Sanat ve Toplum

◊ Sizin filmlerinizde, izleyiciye bir masaya otururmuş gibi, onlarla iletişime geçiyormuş gibi bir deneyim hissediyorum. Neden böyle bir anlatım tercih ediyorsunuz?
İzleyicinin, filmleri seyretmekten çok, onlarla ‘soru sormasını’ istiyorum. Sinema, güçlü ve hazır cevaplar sunan değil, içsel hesaplaşmayı tetikleyen bir araç olmalı. Bu yüzden, onları sorularla, düşüncelerle ve kendi hayatlarıyla yüzleştirerek, filmden çıktıktan sonra yeni anlamlar ve farkındalıklar keşfetmelerini sağlamak istiyorum.

◊ Son olarak, Levent'in ‘Aşk filmi çekmiyorsunuz’ dediği durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında, aşk filmi yapma fikrim var. Ama eğer gerçekleşirse, o hikâye gerçekten karmaşık, çok katmanlı ve çeşitli duyguları barındıran bir atmosferde olurdu. O zaman, aşkın farklı yüzlerini anlatan bir film ortaya çıkar. Bu, benim olası hayalim ve planım olurdu.