40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
4.320,96%0,56
7.017,00%0,27
27.981,00%0,27
10.219,40%-0,06
Sıradan, tanıdık ve günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız insanlar, onların hikayeleri ve iç dünyaları, Yelina Tayfur’un kaleminde yeni bir anlam kazanıyor. 40 yaşındaki yazar, avukat kariyerinden edebi dünyaya adım atarken, ilk kitabı olan ‘Dünyadan Sonra Bir Yer’ ile okuyucularını farklı bir yolculuğa davet ediyor. Bu eser, yıllar boyunca biriktirdiği öyküleri derleyerek, insanların hayallerini, hayal kırıklıklarını, arayışlarını ve kayboluşlarını anlatıyor. Her bir öykü, var olma mücadeleleri ve sessiz direnişlerinin hikâyesi.
‘Dünyadan Sonra Bir Yer’ nasıl ortaya çıktı sorusuna cevap verirken, Yelina Tayfur, bu sürecin tamamen planlı bir proje olmadığını belirtiyor. Yakın bir arkadaşının desteğiyle, yazdıklarını ona ilettiğinde, arkadaşının bu yazıları kitap haline getirmesi ve kapağını hazırlamasıyla, yazar kendini büyük bir mutluluk ve güven duygusu içinde buluyor. Bu süreç, onun yazma tutkusunu ve kendine olan güvenini pekiştiriyor. Ayrıca, bu deneyim, yazdıklarının başkaları tarafından değerli bulunmasının önemini bir kez daha gösteriyor.
Yelina Tayfur’un öykülerinde sıklıkla karşımıza çıkan temalar arasında sırlar, saklı sözler, gizli mektuplar ve görünmez kalan kişiler yer alıyor. Ancak yazar, bu temaları bilinçli bir tercihten çok, karakterler ve mekânlar aracılığıyla doğal bir şekilde ortaya çıkardığını söylüyor. Ona göre esas mesele, insanların görünmezliği değil, o görünmezliği yaratan toplumsal yapılar, ilişkiler ve dilin kullanımı. Bu yapılar içinde yaşayan insanların, görünmezliklerine rağmen nasıl var olduklarını, direnç gösterdiklerini ve hayatta kalmayı başardıklarını anlatmak istiyor. Bu da, sessiz ama güçlü bir varoluş biçiminin altını çiziyor.
Karakterleri yaratırken, gerçek kişilerden ilham aldığını belirten yazar, hepsinin çok gerçek ve ulaşılabilir karakterler olduğunu ifade ediyor. Ancak, kendi sesinin ve anlatım tarzının, karakterlerin özgünlüğüne müdahale etmemesine büyük önem veriyor. Bu sınırı aşmamaya özen göstererek, karakterlerin kendi alanlarında özgür kalmasını sağlıyor. Bu yaklaşım, hikâyelerin otantikliğini ve samimiyetini artırıyor.
Yazarken genellikle belirli bir fikir veya karakterden çok, anlık gözlemler ve görüntülerden ilham aldığını söylüyor. Yolda yürüyüşler sırasında dikkatini çeken pencereler, yıkık duvarlar veya kulak misafiri olunan kısa diyaloglar, onun belleğinde yer ediyor. Bu görüntüler, onun düşüncesinde bir sorgulamayı tetikliyor ve hikâyeye dönüşüyor. Bu süreçte, o anın ve görüntünün ardındaki nedenleri anlamaya çalışmak ve onları hikâye haline getirmek önemli bir rol oynuyor.
Disiplinli ve düzenli bir yapıya sahip olmasına rağmen, yazma konusunda net bir rutin belirlememiş. Bazen mutfak masasında, bazen dışarıda bir parkta veya yolda beklerken yazmaya başlıyor. Belirli saatlerde yazmak yerine, içsel sıkışıklık hissettiği zamanlarda, karın ağrısıyla oturup yazmaya yöneliyor. Bu, onun için bir yöntem ve rahatlama yolu haline gelmiş durumda. Yazmanın, onun ruhunu ve düşüncelerini özgürleştiren bir alan olduğunu söylüyor.
Öykülerinde toplumsal gerçeklikler ve kent ile devlet arasındaki gerilimler de dikkat çekiyor. Politik olmak gibi bir niyet veya amacının olmadığını vurgulasa da, günümüz koşullarında bu durumdan bağımsız kalmanın mümkün olmadığını belirtiyor. Karakterlerin ve olayların iç içe geçtiği hikâyelerde, politik ve toplumsal meseleler doğal bir şekilde kendini gösteriyor. Yazar, bu durumu, yaşanan gerçekliklere duyduğu dikkat ve hassasiyetle açıklıyor.
Kitabında adalet, hak ve sorumluluk gibi kavramlar öne çıkıyor. Bu duyarlılıkların, yazarın mesleki birikiminden beslendiğini ifade ediyor. Hukuk alanında uzun yıllar çalışmış olması, sistemin karmaşasını ve gri alanlarını yakından deneyimlemesine neden olmuş. Yazarken, bu deneyimlerin izleri, dil ve anlatımına yansıyor ve günlük yaşantısına sızıyor.
Yazmak onun için her zaman var olan bir tutku olmuş olsa da, uzun süre bir hobi olarak kalmış. Profesyonel anlamda yazar olmayı henüz tam anlamıyla benimsemiş değil. İki alanın birbirini tamamlayan ve bazen çatışan yönleri olduğunu söylüyor. İnsan, hem anne, hem eş, hem çalışan hem de yazar olabiliyor ve bu çok yönlü yaşam, onu kendine özgü bir denge kurmaya zorluyor.
Norm Ender’le Röportaj: Müzikteki Dönüşüm ve Hayatındaki Yenilikler