40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
4.320,96%0,56
7.017,00%0,27
27.981,00%0,27
10.219,40%-0,06
Genellikle siyah gözlükleriyle tanınsa da, Anna Wintour’un bakışları yalnızca gözlüklerinin ötesinde, sektörü yeniden şekillendiren ve modern çağın estetik anlayışını etkileyen güçlü bir duruşu temsil eder. Geçtiğimiz günlerde Vogue Amerika’nın 37 yıl süren genel yayın yönetmenliği görevinden istifa etmesiyle moda dünyasının gündemine yeniden oturdu. Fakat bu karar, onun kariyerinde yeni bir dönemin başlangıcıdır ve emeklilik planları henüz devreye girmemiştir. Wintour, derginin yayın yönetmenliğinden çekilse de, küresel anlamda Vogue’un içerik stratejisini belirleyen ve Condé Nast’in üst düzey içerik yöneticisi olarak görev yapmaya devam edecek. Bu adım, onun kariyer yolculuğunda yeni bir rolü yeniden tanımlaması olarak görülebilir; ancak sektör içinde şaşkınlıkla karşılanan bir hamle olduğu da bir gerçek. Bir sektör çalışanının ifadesiyle, bu karar “Tanrı’nın Tanrı olmaktan vazgeçtiğini duymak kadar şaşırtıcıdır”.
Anna Wintour, Amerikan Vogue’un başında olduğu 37 yıl boyunca yalnızca moda dünyasını değil, aynı zamanda günümüz estetik anlayışını, popüler kültürün dinamiklerini ve ‘modern kadın’ olma halini de derinden şekillendiren en önemli figürlerden biri olmuştur. Elinin uzanmadığı alan neredeyse yoktur; 11 Eylül sonrası New York’un küçük moda markalarını desteklemek amacıyla özel dergi sayıları hazırlattı, dönemin belediye başkanı Rudy Giuliani ile işbirliği yaparak New York Moda Haftası’nın şehir adına moral ve prestij kaynağı olmasını sağladı. 2000’lerin başında, tasarımcılar John Galliano ve Marc Jacobs’un global sahneye çıkmasında kişisel lobicilik yaptı, Amerikan Moda Tasarımcıları Konseyi ve Vogue Moda Fonu’nu kurarak Alexander Wang, Joseph Altuzarra gibi genç tasarımcıların yükselişine öncülük etti. Demi Moore, Beyoncé ve Serena Williams gibi ünlü isimlerin hamilelik pozlarını kapaklara taşıyarak gündemi belirledi, Kim Kardashian gibi ‘yüksek moda’nın dışındaki figürleri Vogue’a davet ederek sınırları yeniden çizdi. Hillary Clinton kampanyasında kıyafet diline yön verdi, Michelle Obama’nın moda seçimlerinde etkili oldu. En büyük imzalarından biri olan Met Gala ise, gecenin temasından davet edilip edilmemesine kadar, onun tek kelimesine bağlıydı. Metropolitan Sanat Müzesi’nde 2014’te açılan The Anna Wintour Costume Center, onun kültürel etkisinin en somut göstergesidir. Bu gece, Anna Wintour’ın bağış toplama etkinliği olmaktan çıkıp, katılımın bir prestij meselesi haline geldiği, kültürel bir fenomen haline dönüşmüştür.
Medya sektörünün kodları, onun DNA’sına işlemiştir. Babası Charles Wintour, İngiltere’nin köklü gazetelerinden Evening Standard’ın editörüdür. Çoğu kişi Wintour’ı Amerikalı olarak bilse de, aslında kökenleri İngiltere’ye dayanmaktadır ve kariyer hikayesi, babasının gazeteciliğiyle şekillenmiş bir çocukluk ve gençlik dönemine uzanır. Bir röportajında, “Babam bana gazetecilik ve detaylara odaklanma sevgisini aşıladı” diyerek bu etkisini vurgular. Wintour’un ilk işi, Londra’daki ünlü Biba mağazasında satış görevlisi olmak olmuştur. Ardından Harper’s&Queen dergisinde çalışmaya başlamış, 1975’te ise yeni hayatını kurmak üzere New York’a taşınmıştır. Burada Harper’s Bazaar, Viva ve New York Magazine gibi prestijli dergilerde editörlük yapmış, geniş vizyonu ve yenilikçi bakış açısıyla dikkat çekmiştir. 1983’te Vogue İngiltere’nin kreatif direktörü olarak göreve başlamış, ardından House&Garden’a geçerek dergiyi yeniden yapılandırmış ve içerikte radikal değişiklikler yapmıştır. Bu cesur adımlar, 1988’de Vogue Amerika’nın yönetimini devralmasının yolunu açmıştır.
Anna Wintour, yalnızca övgülerle anılmadı; zaman zaman eleştirilerin odağında yer aldı. En çok tartışılan konulardan biri, kapak modellerinin genellikle aşırı zayıf ve Batılı güzellik standartlarına uygun olmasıydı. Moda dünyası, daha kapsayıcı ve çeşitlilik odaklı bir yol izlemeye başladığında, Wintour’un bu konuda yavaş kaldığı ve ırkçılıkla suçlandığı durumlar yaşandı. 2018’de Vogue’un ilk siyah kadın fotoğrafçıyla çalışması büyük yankı uyandırdı, fakat bu adımın geç kalmış olduğu eleştirileri de yükseldi. Yönetim tarzı ise sıkça gündeme geldi; çalışanlar üzerinde kurduğu baskı, soğuk ve otoriter tutumu, hatta bir film (Şeytan Marka Giyer)’e ilham kaynağı olduğu iddia edildi. Filmde Meryl Streep’in canlandırdığı Miranda Priestly karakterinin, onun gerçek yaşamını yansıttığı ve bu nedenle zorba bir yönetici portresi çizdiği dile getirildi. Bu tarzın, Wintour’un kamuoyundaki algısında olumsuz etkisi olduğu gibi, onun popülerliğini de artırdığı söylenebilir. Ayrıca dijital dönüşüme uyum sağlayamamış olması, moda dünyasının yeni nesil fenomenleri, TikTok videoları ve algoritmalarla şekillenen çağında, onun zorluklar yaşamasına neden oldu. Bu da onu, geleneksel ve yenilikçi unsurlar arasında bir denge kurmak zorunda bıraktı.
Wintour’un koltuğu boşalırken, moda ve medya dünyasında yeni bir rekabet ortamı oluşuyor. Amerikan Vogue’un yeni başkanı kim olacak? Derginin tonu ve içerik stratejisi nasıl değişecek? Met Gala’ya ilk adım kim atacak? En önemlisi, Wintour’un gölgesinin yeni dönemde nerede duracağı ve onun etkisinin ne kadar süreceği merak konusu. Moda dünyası, bu yeni dönemi yakından takip ederken, Wintour’un kariyerindeki bu önemli dönüm noktasını ve bıraktığı mirası değerlendirmeye devam ediyor.
Hamilelik ve Hayatın İçinden Derin Bir Röportaj