40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
4.320,96%0,56
7.017,00%0,27
27.981,00%0,27
10.219,40%-0,06
Sakıp Sabancı’nın hayatı artık sadece geçmişin bir anısı değil; onun vizyonu ve düşünceleri, dijital teknolojiler aracılığıyla günümüzde yeniden hayat buluyor. Sakıp Sabancı Üniversitesi ile Consciouslab işbirliğiyle hazırlanan ‘Vision of Sakıp Sabancı’ adlı podcast serisi, onun kişisel arşivlerinden, konuşma kayıtlarından ve notlarından yapay zekâ teknolojisi sayesinde yeni bir dijital kişilik yaratıyor. Bu sayede, ilk bölümde torunu Melisa Sabancı Tapan ile gerçekleştirilen yapay zeka tabanlı sohbet, oldukça gerçekçi ve etkileyici bir deneyim sunuyor. Bu sohbeti dinlerken, kimi zaman insan kimi zaman yapay zeka olduğunu ayırt etmek güç hale geliyor, bu da teknolojinin sınırlarını ve potansiyelini gözler önüne seriyor.
Yapay zekanın sadece ses alanında değil, görsel ve sanat alanında da önemli bir yer edindiğini görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde Kenan Doğulu’nun yeni remiks parçasının klibi, tamamen yapay zekâ algoritmalarıyla hazırlandı. Yönetmen, kamera veya set ekibi olmadan, sadece algoritmalar ve makine hayal gücüyle üretilen bu klip, teknolojinin sanatı yeniden şekillendirdiğinin ve sınırları zorladığının güzel bir örneği. Bu durum, bize yeni bir yaratım ve ifade özgürlüğü sunarken, aynı zamanda etik ve sınır tartışmalarını da beraberinde getiriyor.
Ancak bu yeni teknolojik evrende, sınırlar ve özgürlükler konusunda önemli sorular ortaya çıkıyor. Gerçek hayatta söylemediğimiz sözler, yapay zeka tarafından bizimmiş gibi sunulabiliyor; hiç bulunmadığımız yerlerde varmış gibi gösterilebiliyoruz. Bu, hem hayranlık uyandıran hem de tedirgin eden bir durum. Bir yandan, teknolojinin sunduğu imkanlar hayatımızı kolaylaştırırken, diğer yandan da kişisel mahremiyet ve etik kaygıları artırıyor. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yayımlanan 2025 İnsani Gelişme Raporu devreye giriyor ve bu teknolojiyi nasıl kullanacağımıza dair önemli kararlar almamız gerektiğine işaret ediyor. Yapay zekanın, bizim etik ve ahlaki tercihlerimizle şekillenen bir araç olduğu vurgulanıyor.
Gözümüzü açar açmaz, telefonlarımızda gördüğümüz uyarı mesajlarıyla yapay zekanın hayatımızın ayrılmaz bir parçası olduğunu fark ediyoruz. Bu sıcak karşılama, akıllı kahve makinelerinden, navigasyon uygulamalarına, kişisel sağlık cihazlarından eğlence platformlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede kendini gösteriyor. Algoritmalar, yaşam kalitemizi artırmak ve ihtiyaçlarımızı önceden tahmin etmek üzere arka planda sessizce çalışıyor. Bu sayede, müzik listeleri ruh halimize uygun, spor bileklikleri adımlarımızı takip ediyor, dil çeviri uygulamaları seyahatlerimizi kolaylaştırıyor. Bu teknolojik çözümler, hayatımızı pürüzsüz hale getirirken, aynı zamanda bizleri biraz da kendi verilerimizi ve tercihlerimizi gizli tutmaya zorluyor. Ancak, yapay zekânın yalnızca yardımcı değil, aynı zamanda yaratıcı gücü de olduğunu unutmamalıyız. Bir fotoğrafçı, günlerce bekleyeceği ışığı saniyeler içinde simüle edebiliyor; genç yazarlar, ilham almak için sohbet botlarından karakter taslağı alabiliyor. Bu yeni imkanlar, amatörlerle profesyoneller arasındaki sınırları kaldırıyor ve merak ile deneme cesaretinin önemini artırıyor.
İşte bu noktada, yeni döneme yalnızca rehbersiz değil, bilinçli adımlarla girişmek büyük önem taşıyor. Çocuklarımıza, şifreli günlük tutmayı ve yapay zekanın gerçeklik ile oyun arasındaki ince çizgiyi nasıl zorladığını anlatmalıyız. Büyüklerimize, “Akıllı” etiketli cihazların hangi verileri topladığını ve bu verilerin karşılığında ne kazandığımızı sorgulama hakkımız olduğunu öğretmeliyiz. Çünkü yapay zekâ, nihayetinde bizim ortak yoldaşımız; kullandıkça öğreniyor, gelişiyor ve bizim yönlendirmemizle özgürleşiyor. Bu nedenle, yapay zekanın sınırlarını ve konfor alanını birlikte belirlemek, onun kalbimizde değil, avcumuzda olduğunu hissetmek, teknolojiyi daha sağlıklı ve etik bir biçimde kullanmamızı sağlar. En güzel yanı ise, bu yeni dijital evde, sohbetlerin hiç bitmeyen canlılığıdır.
Yapay zekâ koşuyor, insani gelişme yavaşlıyor
UNDP’nin “Bir Tercih Meselesi: Yapay Zekâ Çağında İnsanlar ve İhtimaller” başlıklı raporu, bu teknolojinin insan gelişimi üzerindeki etkilerini detaylıca inceliyor ve önemli uyarılar yapıyor. Rapor, yapay zekanın hızla ilerlerken, küresel insani gelişmenin aynı hızda ilerlemediğine, hatta bazı alanlarda gerilediğine dikkat çekiyor. COVID-19 sonrası dönem, ülkeler arasındaki eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor ve düşük gelirli ülkeler ile yüksek gelirli ülkeler arasındaki fark yeniden büyüyor. Bu noktada en vurucu nokta ise, teknolojinin kader değil, bizim seçimlerimizle şekillendiği gerçeği. Teknolojiyi yalnızca otomasyon ve verimlilik aracı olarak görmek yerine, onunla birlikte yeni iş alanları ve kalkınma yolları keşfetmenin önemi ortaya çıkıyor. UNDP, “tamamlayıcılık ekonomisi” kavramını öne çıkararak, insanların ve yapay zekanın birlikte çalıştığı modellerin, sürdürülebilir kalkınmanın anahtarı olabileceğine vurgu yapıyor.
Rapora göre, yapay zekanın etik ve sürdürülebilir kullanımı için üç temel adım atılmalı:
UNDP Başkanı Achim Steiner, raporun girişinde şu önemli mesajı veriyor: “Bu rapor, teknolojiden çok, insanların ve köklü değişimlerin karşısında kendimizi yeniden keşfetme gücümüzle ilgilidir.” Sonuç olarak, mesele yapay zekanın ne olduğu değil, onunla nasıl bir yaşam ve gelecek inşa edeceğimizle ilgilidir. Gözümüzü bugünün tercihlerine çevirmeli, teknolojiyi doğru ve etik bir biçimde yönetmeliyiz.
Hürriyet’in teknoloji yazarı Umut Fırat Eroğlu, yapay zekânın rekabet yerine işbirliğine dayalı kullanımı konusunda şunları söylüyor: “Yapay zekâyla rekabet yerine işbirliği yapmak, insanın başka çaresi olmadığını gösteriyor. Satranç ve GO gibi oyunlarda yenilmezlikleri öğrendik, büyük dil modelleri hayatın her alanına yayılıyor. Ancak, önemli olan, yapay zekâyı kullanan insanların bu teknolojiyi nasıl yöneteceği ve etik sınırlar içinde tutacağıdır. Teknolojiyi yalnızca kullanmak değil, onunla birlikte şekillendirmek gerekiyor. Ayrıca, yapay zekâyı kimin yöneteceği ve denetleyeceği konusu, geleceğin en kritik sorusu olmalı. Bu, sadece teknolojik değil, ahlaki ve toplumsal bir mesele.”
Deprem Sonrası Yeniden Doğuş: Sanat, Spor ve Kültürel Direniş